Günümüzdeki akıllı sistemler öncesinde trafik ışıklarının nasıl çalıştığını hiç merak etmiş miydiniz? Gelin, bilgisayarlar olmadan önce kullanılan o dâhiyane mekanik zamanlayıcıların nasıl çalıştığına hep birlikte bakalım.
Günümüzde trafikte beklerken ışıkların saniyeleri saydığını ve kameraların yoğunluğu ölçtüğünü görüyoruz. Tüm bu sistemler bilgisayarlar ve akıllı çipler sayesinde çalışıyor.
Peki bu kadar karmaşık teknolojinin olmadığı, hatta evlerde bile bilgisayarın bulunmadığı dönemlerde, yani bilgisayarlar icat edilmeden önce trafik ışıkları nasıl çalışıyordu?
İlk ışıklar: Gaz ve insan gücü

Trafik ışıklarının tarihi otomobillerden bile eskiye, 1860’ların Londra’sına dayanıyor. Bu ilk deneme, atlı arabaların yoğun olduğu bir kavşakta kullanıldı ve bugünkü gibi elektrikli değildi.
Gazla çalışan bu sistemde, bir polis memuru kolları çevirerek “Dur” ve “Geç” anlamına gelen semaforları (ve gece de kırmızı/yeşil gaz lambalarını) manuel olarak değiştiriyordu ancak bu ilk deneme, gaz sızıntısı nedeniyle patlayıp bir polisi yaralayınca pek de başarılı olamadı ve kullanımdan kaldırıldı.
Elektrikli dönem ve “mekanik beyinler”

Elektriğin yaygınlaşmasıyla birlikte özellikle 1910’lar ve 1920’lerde ABD’de elektrikli trafik ışıkları ortaya çıkmaya başladı. İlk başlarda bu ışıklar da “otomatik” değildi.
Genellikle kavşaktaki bir kulübede oturan bir görevli, trafiğin durumuna bakarak basit bir anahtarla ışıkları kırmızıdan yeşile döndürürdü ancak trafik arttıkça, bu işi insan müdahalesi olmadan yapacak bir sisteme ihtiyaç duyuldu. İşte “otomatik” trafik ışıklarının doğuşu da tam olarak burada başladı.
Elektromekanik zamanlayıcılar

Bilgisayar öncesi dönemin kahramanları elektromekanik zamanlayıcılardı. Bu sistemleri, eski bir kurmalı saatin çok daha karmaşık ve büyük bir versiyonu olarak hayal edebilirsiniz. Her kavşakta bulunan metal bir kutunun içinde, küçük bir elektrik motoru bulunurdu. Bu motor, sürekli olarak ve çok yavaş bir hızda bir dizi dişliyi döndürürdü. Bu dişlilere bağlı “kam” adı verilen, üzerinde belirli şekillerde çıkıntılar bulunan diskler vardı.
Sistemin çalışma prensibi tamamen bu kamlara bağlıydı. Disk (kam) yavaşça dönerken, üzerindeki çıkıntılı bir bölüm, bir elektrik anahtarına (kontak) temas ederdi. Bu temas, örneğin ana yolun yeşil ışığını yakan devreyi tamamlardı. Dişliler dönmeye devam ettikçe… Mesela 60 saniye sonra, o çıkıntı anahtardan ayrılır (yeşil ışık söner, sarı yanar) ve hemen ardından başka bir kam üzerindeki başka bir çıkıntı, yan yolun yeşil ışığını yakan anahtara temas ederdi. Işıkların ne kadar süre yanacağı, tamamen bu motorun dönüş hızı ve kamların üzerindeki çıkıntıların boyutuyla belirlenmiş sabit bir döngüydü.
Trafiği analiz eden sistemler

Elbette bu mekanik sistemler “akıllı” değildi. Kavşaktaki yoğunluğu, bekleyen araç sayısını ve bir ambulansın gelip gelmediğini algılayamazlardı. Sadece mühendislerin önceden ayarladığı sabit döngüyü (örneğin “ana yol 60 saniye yeşil, yan yol 30 saniye yeşil”) tekrar edip dururlardı. Gece yarısı bomboş bir yolda dakikalarca kırmızı ışıkta beklemenizin nedeni, geçmişte işte bu “sadece dönen” mekanik zamanlayıcılardı. Birden fazla kavşağı birbiriyle eş zamanlı (senkronize) çalıştırmak, yani “yeşil” yapmak bu mekanik sistemlerle inanılmaz derecede zordu ve ayarları sürekli bozulurdu.
Bilgisayarlar ve mikroişlemciler yaygınlaştığında bu mekanik zamanlayıcıların yerini dijital devreler aldı. Böylece trafik mühendisleri, günün farklı saatlerine göre farklı programlar yükleyebildi. Günümüzde ise yapay zekâ ve sensörler sayesinde trafik ışıkları, artık sadece dönen dişliler değil, trafiği anlık olarak analiz eden “düşünen” sistemler hâline geldi.
